Halil Çatal
Küçüklüğümden beri futbol oyunlarına merakım çok fazlaydı. Kendi takımını kurup, en yakın arkadaşlarının isimleriyle takım kurmak ne kadar eğlendirebilir ki abi bir çocuğu? Football Manager’a 2011’de çıkardıkları oyunla başlamıştım (Football manager 2011). İlk zamanlar korsan olarak oynuyordum ki bana acayip bi zevk veriyordu. Sonra, Ziya adında liseden bir arkadaşla tanıştım, her gün sınıfta FM kavgası ederdik; yok “senin kullandığın taktiği Real Madrid kullansa adam olmaz”, yok” sen Kaka’yı transfer et sonra gel beni b***r” falan her boş saatimiz kavgayla geçerdi.
Öyle hırslanmıştık ki, derslerde bile kavga eder olmuştuk, sınıftan sürekli atılırdık. Üstüne bir de bunu takmayıp, kantinde kavgamıza devam etmemiz de eksik olmazdı. Bir gün nerdeyse yumruk yumruğa girişicektik ki; zengin olan, hayatında hiç korsan oyun oynamamış çok bilmiş arkadaşımız, bize FM’yi orijinal alırsanız çevrimiçi oynayıp beraber kapışabilirsiniz dedi.
Fikir aklımıza yatmıştı fakat alacak para nerden bulacaktık ki? Sonuç olarak, daha yeni ergenlik çağına girmiş iki çocuktuk. O günkü hallerimizi gören bilir, bildiğin okulda açlık oyunlarını oynuyorduk. Aileden ikimizde, yok “hoca kağıt parası istiyor”, yok “yeni kalem alacağım” bahanesiyle neler neler uyduruyorduk. Fakat baktık kolay kolay birikmeyecek bu para (120 lira), daha büyük yalanlar uydurmaya başlamıştık…
Annelerimizi birbiriyle tanıştırıp oyuna getirmek için temel hazırlıyorduk. “Okulun yeni bir gezisi var, bir gece iki günlüğüne Çanakkale’ye kalmalı gideceğiz; otel, yemek ve gezi okuldan diye, 100 lira istiyorlar” demiştik. Ziya da gidiyor, Ahmet de gidiyor diye diye koparmayı başarmıştık parayı. Hemen ertesi gün, koşa koşa oyunu mağazalarda arayıp bulduk ve aldık. Eve koşa koşa gelip, ikimiz de yükledikten sonra ligi kurduk.
Kurallar hemen belirlenecekti. Eğer benim takımımdan bir oyuncu, karşı takımdaki oyuncaya saygızlık yaparsa, o oyuncuyu iki maç ceza vericektim (hiçbir zaman böyle bir şey yapmadık, bu yüzden sürekli kavga ediyorduk). Haftada bir kere oynayacaktık, maçları saat 8’de yapacaktık. İkimiz de baya ciddiye almıştık artık oyunu. Artık oyun başında 3-4 saat geçiriyordum, önceden oynattığı taktiklere bakıp nasıl karşı koyarım diye tonlarca antreman maçı yapıtırıyordum. Kah küh ede ede son hafta gelmişti, aramızdaki fark 1 puandı, her şeyin belirleneceği maç olduğu için, maçı bizde oynamaya almıştık. O gün o maçı saat 8’de yapmamaya karar vermişti, takım taktiklerimizi ne zaman bitirirsek, o zaman başlayacaktık.
FM çok fazla taktik ayrıntısı içerdiği ve aramızda 1 puan fark olduğundan, yapacağımız değişiklikler İstanbul’un suyunun bitmesinden daha önemliydi. Taktikleri bitirdiğimizde saat gece yarısı 3’tü. Evdeki herkes yatmış, ayakta sadece biz vardık. Son maç olduğu için, bilgisayarın başına oturmadan önce okulun spor kıyafetlerini üstümüze giyip el sıkıştık. Centilmenlik amacıyla sakızımı teklif ettim fakat bana gülüp bunların beni kurtarmayacağını söylemişti. Ben de durur muyum, hemen yapıştırdım cevabı: “Birinciliğe herkese sakız dağıtarak gelmedik” diyerek, göz kırptım. İkimiz de deli gibi ateşlenmiştik.
Geçtik bilgisayarların başına, başlattık maçı. Her atakta, hop kalkıp hop oturuyorduk. Sürekli taktik değişikliği, oyuncu değişikliği yapa yapa maç bitmişti ve penaltılara kalmıştık. Her atışta deli gibi çıldırmak istiyorduk fakat içerde ailem uyuduğu için elden bir şey gelmiyordu.Yastıkları suratlarımıza dayayıp, “goooolll!” diye seviniyorduk. Son iki atış kalmıştı ki, stoperim golü kaçırmasıyla maçı kaybetmiştim. Sanki başımdan kaynar sular dökülmüş gibi yere düşmüştüm. O kadar çok ağladığımızı hatırlıyorum ki, halı bir iki dakika içinde ıslanmıştı. Ziya deliler gibi sevinirken, ben yerde Emrah gibi kıvrılmış ağlıyordum.
İkimizin de sesi çok yüksek çıkmış olacak ki, annemler uykularından uyanmışlar, bizi izliyorlar fakat farkında değiliz. Her şey bittikten sonra, ikimiz de birbirimize sarılıp ağlıyorduk; o sevinçten ben kaybettiğimden.
Hiç Fair Play bilmez bir çocuktu ki, ben ağlarken bile “Nasıl kaçtım ama sana? Popomun bile daha güzel menajeri var!” gibi ve daha çok gurur kırıcı laflar ediyordu. Annemin Ziya’nın annesini gecenin 4’ünde arayıp, gelip almasını söylemesiyle beraber her şey bitmişti. Birazcık Ziya’yla zorla ayrılmış olmam, birazcık sınıfta kalmış olmam (o kadar çok FM oynuyorduk ki, okula zaman ayıramamıştık) ve en çok da FM’de kaybetmiş olmam sebebiyle gecenin dördünde hüngür hüngür ağlıyordum.
Ertesi gün okulda eli yüzü morarmış bir şekilde gördükten sonra, hem ailemin ne kadar iyi insanlar olduğunu, hem de oyunların üzerimde bıraktığı etkiyi öğrenmiş oldum. Şu anda yaşım 18. Ziya hayatım boyunca bırakmayacağım bir arkadaşım olarak yanımda yer alıyor şu anda; bu hikayeyi beraber yazıyoruz. Bize bu anıları tekrar hatırlatıp, bizi güldürdüğünüz için teşekkür ederiz.Umarım anılarımızla biz de sizi güldürmüşüzdür.