İstanbul’da hareketlenen maker hareketine ev sahipliği yapan BomontiAda’daki Atölye’nin kurucularından Kerem Alper ile hareketin oluşumunu ve Atölye’deki eklektik havayı konuştuk.
Atölye’nin hikayesini sizden alabilir miyiz?
Atölye, ben ve ortağım Engin’in, -zaten lise zamanına dönen bir arkadaşlığımız var – master’larımız sırasında ders projemiz olarak başlamış bir kurgu. O noktada yurt dışındaydık, ikimiz de Amerika’da master yapıyorduk. Orada içine girdiğimiz mekanlar, parçası olduğumuz start up’lar, beraber bir şeyler yaratma kültürünün, maker hareketinin Türkiye’de de bir şekilde hayata geçirilmesi gerektiğini gösterdi. Onun üzerinden de bu topluluk odaklı nasıl ilerleyebiliriz, çevresinde aynı prensipler etrafında toplanmış bir grubu nasıl bir araya mekan üzerinden birleştirebiliriz gibi farklı sorular üzerinden bir araya geldik ve Atölye fikri doğdu. 2014 başında ikimiz de Türkiye’ye döndük ve bu projeyi hayata geçirmeye başladık. Projenin aslında ilk uzun bir süresi mekan dışında tamamen bu algıyı arttırmak, insanlarla felsefemizi paylaşmak, konferanslarda konuşup insanlara bunun nasıl bir yer olacağını, burada hedeflerin neler olduğunu paylaşarak geçirdik. Ondan sonra 2014’ün sonunda kendimize bir Deneme Tahtası adı altında bir beta mekan açtık. Sonrasında da Bomonti’deki şu anki yerimize taşındık.
Üyelik durumu nasıl?
Atölye, her ne kadar iş modeli olarak ortak çalışma alanına benzese de aslında ortak ofis kavramından farklı bir yapı. Buna bir gayrimenkul projesi olarak bakmıyoruz. O yüzden aldığımız üyelerle oldukça uzun süren bir başvuru ve mülakat sürecimiz var. Burada başından beri hedef farklı disiplinlerden insanları bir araya getirmekti. Yaklaşık 10- 12 tane disiplin var bunun içinde. Her disiplinin de kendi kotası var aslında çünkü hiçbir disiplinin bütün mekanı domine etmesini istemedik. Bunun üzerinden yoğun bir şekilde başvurular söz konusu. Biz de merak, motivasyon ve portfolyolarına bakarak farklı kitlelerden insanları dahil ediyoruz, üyelik adı altında. Mekan kullanımına gelince, mekanı sabit olarak kullananlar var. Daha gezgin gibi kullanan üyeler de var. Bir de ofisler var mekanın içinde. Bunlar üyelik tarafı. Üyelik dışında bu kurguyu besleyen bir de etkinlik tarafı ve eğitim tarafı var. Başından beri buranın üretim üzerinden hayat bulmasını istiyorduk. Bu yüzden de modeli ona göre kurduk. Bir de şöyle enteresan bir ayrıntı var. Atölyölerbiz adı altında kendi ekibimiz var. Biz de aslında kendi mekanımızda bir üyeyiz. Kendi üyelik aidatımızı veriyoruz. O yüzden burada mekan alan ve mekan veren gibi değil, bir komünite yarattık. Mekan aslında bizim için bir araç. Amaçsa o mekandan çıkacak çıktılar.
Kotalar nasıl? Kaç kişilik?
Mekan ve atölyenin algısı ister istemez daha bir tasarıma yönelikti. Öyle bir algı oluşturduk. Türkiye’de de insanların tasarım denince akıllarına gelen, ürün, grafik ve mimari tasarımdı. Aslında mekanda onun çok ötesine geçen bir üye profili var. Çok iyi kod yazan ekipler var. Nesnelerin interneti konusunda çalışan hacker karakterler var. Günümüzde artık bir disiplinin bile kendi içinde evrildiğini görüyoruz. Biz de buraya üyeleri alırken aslında çeşitlilikleri üzerinden alıyoruz. Çok basitinden şu an mimari kotamız dolu ama öyle başvurular oluyor ki mesela organik mimari gibi, onu ister istemez kendi kategorisi üzerinden bünyeye dahil ediyoruz.
Sizce Türkiye’de maker algısı oluştu mu?
Hem evet hem hayır. Türkiye’nin geçmişine bakınca üretim üzerinden işlemiş bir ülke ve ekonomi. Ama diğer yandan iş ve servisin ucuz ve kolay erişilebilir olması nedeniyle kendi söküğünü dikmemek, tamir etmemek gibi bir kültürümüz var. Bu da maker hareketinin önündeki önemli engellerden biri. Neden Amerika’da bu maker hareketi daha yaygın ve herkes garajında bir şeyler yapıyor? Çünkü orada servis pahalı olduğu için sen kendi söküğünü kendin dikmek zorundasın. Biz de dedik ki, biz bu altyapı tarafını sağlayabilirsek o algıyı değiştirmek de, bir konferansta maker hareketi şudur diye anlatmaktan daha etkili olur. Biz de örnek olmak istiyoruz.
MakerLab’de ne gibi cihazlar & aletler var?
MakerLab’de herhangi bir marangozluk atölyesinde bulunabilecek daha analog aletler var. Diğer tarafta daha dijital üretim dediğimiz cihazların olduğu yer var. Yani bir tasarımcının, mühendisin tasarımdan prototipe geçme noktasında ihtiyacı olan her şeye sahibiz. Bu aletleri workshop’larımız için de kullanıyoruz. İnsanlar çoğunlukla neyi bilmediğini bilmediği için projeye başlayamıyorlar. Biz de bu gizemi eğitimler ile ortadan kaldırmaya çalışıyoruz.
Uluslararası bağlantılarınız var mı?
Evet. Biz başından beri Atölye’yi İstanbul ve Türkiye sınırları dışına çıkarılabilecek bir yer olarak konumlandırmaya çalıştık. Zaten finansal açıdan yatırımcılarımızdan biri de New York bazlı, bizim 10 katı büyüklüğümüzde NewLab adı altında bir platform. İlk proje esnasında da görüştüğümüz çok fazla mekan var. Biraz daha ilham alabilmek adına onlarla çok somut ortaklıklarımız var. Bunlardan bir tanesi Barcelona’da Makers of Barcelona platformu. Londra’da Second Home platformu var. Onun ilk kuruluşundan beri parçasıyız. Sırbistan ve San Francisco’da da diyologlarımız devam ediyor. Burada da hedefimiz, “Türkiye’de iyi bir yetenek havuzu var ve bunu nasıl yurt dışındaki farklı mekan ve projelerle bir araya getirebiliriz?” sorusuna yanıt bulabilmek.
Ne gibi eğitimler veriliyor?
Etkinlikler konusunda oldukça seçiciyiz çünkü mekanın kültürünü çok etkileyen buluşmalar oluyor bunlar. Bu yüzden kendimize birkaç odak noktası belirledik. Bunlardan biri fiziksel ve dijital teknolojilerin kesiştiği yerler. Buna nesnelerin interneti (IoT) ve bağlantılı cihazlar diyenler de var. Biz ama bunu nasıl bir adım ileri götürebilirizi konuşuyoruz. Çünkü bu aletlerde insan etkileşimi zayıf. O yüzden de kendimize belirlediğimiz alan IoT ve insan etkileşimi. Bu konudaki etkinliklerimiz giderek artacak. Onun dışında şirketlerin gelip yeni ürünlerini tanıtmaları, yeni ürünlerinin teknolojileri üzerine burada workshop yapmaları yine gittiğimiz yönlerden biri. Farklı tasarım ajans ve şirketlerinin gelip burada kendi açılarından ürünler geliştirirken etkinlikler yapmaları ev sahibi yaptığımız etkinlikler. Şu anda biz konuşurken yan tarafta Porsche Design toplantısı var. Hep baktığımız aslında 3 lens, teknolojinin, girişimciliğin ve tasarımın, özünde de inovasyonun bir yerinde kesişiminde olacak tipte etkinliklerin olması. Bir de 101 serimiz var. Böylece biz dedik ki hemen her şeyin bir 101’ini katılımcılara verirsek o konuda uzman olmasalar da o konunun zor, kolay veya mümkün olduğunu öğrenebilirler. O yüzden fotoğrafçılıktan tutun da kahve yapmaya, ses sanatlarından tutun da doğaçlamaya farklı tipte, hem dijital hem analog tarafta farklı tip eğitimler veriyoruz.
Maker hareketine dahil olmak isteyen biri ne yapmalı?
Öncelikle bunu yapan tek yer değiliz. Bizimle benzer kültürler içinde evrilmiş, kendi iş modellerini geliştirmiş kişiler var. Bu kurguların parçası olma süreçlerini bir spektrum olarak düşünebilirsiniz. Workshop üzerinden deneyim kazanıp neyi yapıp yapamayabilirimi görebilirler. Bu kültürle ilgilenen kişilerin artık bu konuda literatürü takip edebilirler. Mekanlar da giderek artıyor. Okul ve üniversiteler kendi yerlerini kurmaya başladılar. Biz de o kurgunun bir parçası olmak için uğraş veriyoruz.
Not: Bu röportaj Stuff’ın Nisan 2016 sayısında, Yiğit Can Kaytmaz imzasıyla yayınlandı.