Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim; Land Rover Türkiye Distribütorü, Borusan Otomotiv lansman davetini gönderdiğinde bir an Land Rover sahibi olmayı hayatı boyunca aklına bile getirmemiş bir tüketici profili olarak; ‘‘Ne işim var dünyanın bir ucundaki Norveç’te hem de Temmuz ayında (genelde bu rotalar kar-kış şartlarındaki testler için seçilir)’’ diye içimden geçirmedim değil. Buna rağmen, Borusan Otomotiv’in değerli iletişim ekibinden sevgili Begüm Tenik ve eski komşum Fatma Tüker’in beni iyi tanıdıklarını ve boşuna çağırmayacağından emin olduğum için hiç tereddüt etmeden programa dahil oldum. Land Rover grup adı ile, JLR grubunda üretilen; Range Rover, Range Rover Sport ve son üyesi Evoque, gerçekten hiçbir zaman kişisel ilgi alanımda olmadı. Buna neden olarak, otomobil yarışlarındaki geçmişime, performans otomobillerine olan tutkuma ve yüksek otomobillerin kullanım alışkanlıklarının farklılığı sebebiyle hep mesafeli oldum. Hatta bu konuda uzlaşılmaz, sabit fikirli ve sıkıcı bir anti-arazi otomobili profili olduğumu bile söyleyebilirim, yapacak bir şey yok; paket bu!
Lansman yolculuğumuza İstanbul’dan Frankfurt seyahati ile başladık ve sonraki sabah bize tahsisli özel uçak ile bu kez Norveç’in kuzey batısında bulunan elli binden fazla adanın etrafında nihayet düz bir arazide konuşlanmış küçük Molde şehrine yol aldık. Uçak seyahatimizde bize tahsis edilen tablet cihazlar ile bütün yol JLR ailesinin dördüncü jenerasyon üyesi Velar’ın tüm hikayesini muazzam bir içerik kurgusuyla hatmettim. Neden diğer ülkelerden katılımcılarla Frankfurt’ta toplanıp, özel bir uçakla geldiğimizi anlamış oldum. Lansmanları sadece otomobillerin deneyimlendiği bir etkinlik olarak görmediğim; aynı zamanda bir iletişimci olarak markaların mesajlarını iletme yöntemleriyle de meşgul olduğum için bu detaylar benim için çok önemli. Yoksa ‘‘bindir bir uçağa, test parkuruna götür, yedir içir, eline bülteni tutuştur, alelacele geri götür’’ dönemleri oldukça geride kaldı. Markalar sadece ürettikleri otomobillerde değil, lansmanlarda nasıl farklılaşabilecekleri konusunda da çok yol aldı. Range Rover Velar lansmanı da mükemmel örneklerden bir tanesi oldu.
Uçuş süresince ‘Velar’ prototipinden Norveç Fiyordları’nın özelliklerine, otomobilin kabiliyetlerinden tasarım-üretim-pazarlama-teknoloji birimlerinin yöneticilerinin konuşmalarına, Land Rover efsanesinin tarihsel gelişimine kadar tüm detaylara hakim olarak indik Molde kasabasına ve uçaktan iner inmez de karşımızda rengarenk Velar’lar bizi bekliyordu. Norveç polisinin ne kadar sert, halkının ne kadar zengin olduğu; yeme-içme alışkanlıkları, tarihçesi, nüfus yoğunluğu, uçsuz bucaksız sahil şeridi ve elli binden fazla adasının olduğu öğrendiğimiz minik bir briefingden sonra heyecanla otomobillerimize kavuştuk.
En başta söylediğim gibi; oldukça mesafeli ve ön yargılı olarak bindim otomobillere ve pratik olarak ne ile karşılaşacağımla ilgili en ufak bir fikrim bile yoktu. Öte yandan tüm teknik, donanım, teknolojik ve bilimum performans değerlerini ise neredeyse ezberlemiştim.
Yol boyunca yan koltuğumda Fatma Hanım vardı ve ilk andan itibaren otomobilin bütün konsol özelliklerini didik didik ederek deneyimlemeye başladık. Yarım saat gibi kısa bir süre içerisinde neredeyse tamamen yeni tasarlanmış son derece teknolojik panelin bütün kodlarını çözmüştük. Ön konsol ve tamamıyla dokunmatik orta panel ilk başta korkutucu derecede teknolojik ve fütüristik gelse bile tablet ve akıllı telefonlara sahip olmamız sebebiyle bu panele hızlıca alıştık. Tek handikap, cam panelin çabuk kirlenmesi ve buna takık olanların önlem olarak bir bez bulundurmaları gerekliliği. ‘’iPhone ya da MacBook’larımız da aynı şekilde kirlenmiyor mu?’’ diye soruyorsanız benim gibi hiç rahatsızlık duymayabilirsiniz.
Otomobilin ön ve orta konsolu ile kumanda panelindeki fonksiyonları çözdükten; koltukların masaj özellikleri, ısıtma-soğutma özelikleri, doğru oturma pozisyonu, klima özelliklerini anladıktan sonra otomobilin sürüş ve performansına odaklanma zamanı gelmişti.
Tüm bunları anlatıyorum keza parkur tümüyle bu akış düşünülerek planlanmış. İngiliz zekası burada devrede. Başlangıçta son derece düz ve geniş bir parkur, sonra ufak ufak yükselmeye ve virajların kendini hissetirmeye başladığı bir rotaya girince bu kez; ara hızlanmalar, ani frenler, ‘vıdı vıdı’ tabir edilen virajlar, yükselen alçalan rakım yüksekliği ve muazzam Norveç manzarası… Gözü rahatsız eden, biçimsiz, kirli, paslı gayri medeni hiçbir görüntü olmaz mı bir ülkede? Norveç’i hep karlar altında, buz üstündeki parkurlarda gördüğüm için yeşilin olağanüstü tonları, geniş gölleri, fiyordları ile ilk defa karşılaşıyordum. Otomobile mi yoksa yola mı konsantre olacaktım bir seçim yapmalıydım. Tam da bu sebeple sık sık durup parkurdan çıktık ve en sonunda lansman ekibi peşimize bir ekip bile taktı. Beyaz Velar parkurdan biraz uzaklaştığımız ya da geride kaldığımız her an karşımıza bir şekilde çıkarak bizi hayretler içerisinde bırakıyordu. Araçlardaki GPS takip sistemleri sayesinde, pasaportları yırtıp bu güzel ülkeye iltica ederiz düşüncesinden hareketle oldukça hassasiyetle takip ediliyorduk.
Kilometreler geçtikçe kullandığım otomobil bir crossover-arazi-4×4 algısından çok, bir yol otomobili hissiyatına kavuşmaya başladı. Garip şeyler oluyordu; ne kullandığımı bilmesem yüksek bir üst segment crossover değil bayağı yüksek performanslı bir yol otomobili kullanıyorum zannederdim. Land Rover’in diğer modellerinde ve benzer segmentteki neredeyse tüm otomobillerde ortak hissiyat olan yanal salınımlar, yükseklikten kaynaklanan yol tutuş zaafiyetleri, ağırlıktan kaynaklanan hareket kısıtları, yüksek ağırlıktan kaynaklı hantallık neredeyse değil tümüyle yoktu. Bu hissiyatı aldıkça ve üstüne ilk etapta bize tahsis edilen 3 litre 300 beygirlik V6 çift turbo dizel otomobili kullandıkça; ‘bu benzinli galiba, yanlış verdiler…’ derken dizel olduğunu anlamamız oldukça ilginçti. Yeni geliştirilen dizel motor 1500 d/dak’da 700 Nm tork üretiyordu. Daha sonra kullandığımız benzinli V6 ise 6500 d/dak’da 380 beygir güç ve 3500-5000 d/dak aralığında 480 Nm tork üretiyordu.
Yol müsaade ettikçe, etrafta Norveç polisine de rastlamadıkça ufak ufak tempoyu artırdık ve evet kullandığım otomobil tam bir ‘’yol odaklı’’ otomobil hissiyatını vermeye devam etti. Kullandığımız üst versiyon olduğunu da dikkate alarak şaşırtıcı derecede keyif aldığımı itiraf etmeliyim. Baştaki önyargılarımı bir kenara bırakarak ve Norveç’in harika manzarası eşliğinde otomobilin keyfini çıkarmaya başladık.
Akşam konaklamayı yapacağımız şehre giden yol üzerinde birkaç kez de off-road parkur hazırlıkları yapılmıştı. Velar, asfalt zeminde oldukça tatmin edici bir performans yakalamıştı ve sıra Land Rover’ın arazi kabiliyetlerini taşıyıp taşımadığını anlamaya gelmişti. Oldukça zorlu hazırlanmış off-road parkurunu Bebek Sahili’nde geziyor rahatlığında geçtik. Özel hazırlanmış büyük taşlarla kaplı engebeli toprak-çamur bölüm, uzun ve hızlı toprak yollar, kayak zemininden bozma çok dik ve engebeli tırmanma parkuru, oldukça derin su geçişi, bir gemi tersanesinden özel olarak hazırlanmış eğimli parkur ve benzeri yollarda adeta ultra konforlu bir Defender kullanıyor hissiyatı verdi Velar. Bazen; ‘’Bu yüksekliğe çıkabilir miyiz, aman inebilir miyiz?’’ derken tüm zorlu engellerden büyük bir keyifle geçtik. Konaklayacağımız otele vardığımızda ‘’artık geldik’’ derken sürpriz bir hazırlıkla çok zor bir mini parkuru da aştık ve ertesi güne kadar Land Rover Experience ekibine otomobillerimizi teslim ettik.
Akşam yemeği öncesi en üst düzey tasarım, teknik ve iletişim ekibi bizlere otomobilin fikir aşamasından itibaren tüm hazırlıkları anlatmak üzere hazır bekliyordu. İlk söz alan isim Gerry McGovern, otomobilin tasarım aşamasında hedef kitle tanımlamasını yaptığında neden bu seyahatte olduğumu bir kez daha anlamış oldum. Zira McGovern beni tarif ediyordu. JLR grubu Land Rover’in dördüncü jenerasyon Velar’ı tasarlama aşamasından önce geniş bir araştırma yapmış ve hedef kitle olarak Land Rover otomobillerini hiç almamış; crossover, arazi, yüksek otomobilden hoşlanmayan ama otomobilden anlayan, seven ve alım kabiliyeti yüksek bir profil tespit etmişlerdi. Bu profilde Land Rover ürünleri yerine; yüksek performanslı, konforlu binek otomobiller ya da Audi Allroad, BMW Touring gibi hem sportif hem de 4×4 özelliği olan nispeten yüksek ama kar-arazi şartlarında da kullanılma imkanı sunan otomobillere yönelenleri görmüşler. İşte ‘Velar’ bu profildeki potansiyel alıcılar düşünülerek neredeyse yeni bir segment yaratılmak üzere tasarlanmış. Otomobilin dış görünüşünde diğer modellerden ayıran birçok minik detay var. İlk bakışta Range Rover DNA’sı belirgin bir şekilde hissedilse de hemen kendi kişiliğini farklılaştırmak üzere eklenmiş tasarım unsurları, Velar’ı maskülen bir görünüme kavuşturmuş.
JLR grubunun dördüncü ve son üyesi Velar, sayfalarımızda da görüleceği üzere çok iddalı ve otomotiv endüstrisi için sadece yeni bir model olmanın dışında yeni bir segment yaratan ikonik bir ürün olacağa benziyor. Bu segment rakipleri oldukça hırslandırabilir zira alt segmentteki Evoque ve bir üstteki Sport’tan çok farklı bir ürün olarak büyük bir boşluğu dolduracak. Benim tahminim bu otomobil oldukça yüksek adetlerde bir satış performansı yakalamanın yanı sıra ismini henüz veremediğim yeni segmentin açık ara lideri olacak gibi gözüküyor. Bu yazıyı kaleme alırken Türkiye’deki başlangıç versiyonu olan 2 litrelik dizel versiyonu için belirlenen fiyatın 140.000 eurodan başlayacağını da duyunca bu iddialı fiyatın ülkemizde yüksek satışları hedeflediğini anlamak mümkün.
JLR, ‘Velar’ ile bir devrime imza attı. Şimdi sıra karşı devrim için rakiplerinde!
‘Devrim süreklidir.’ Lev Troçki
Sevgiler.