İnternetin gücünü erkenden keşfeden ve gazetecilikteki engin deneyimlerini Medyascope platformuyla dijitale aktaran duayen gazeteci Ruşen Çakır ile Medyascope’un hikayesini ve geleceğini konuştuk.
Medyascope fikri nasıl ortaya çıktı?
Aslında benim daha Periscope uygulaması yokken Web TV türü bir şeyler yapmaya niyetim vardı. Sonra Timur diye bir arkadaşım Periscope’tan bahsetti, tam da aklıma yatan bir şeydi. 7 Haziran seçimleri öncesinde uygulamayı Türkiye de kullanmaya başlayan ilk kişilerdenim. Seçim kampanyalarını izlerken Periscope kullanmaya başladım ve ilgi olmaya başladı. İlk başlarda çok amatörce, cep telefonu üzerinden yaparken sonrasında daha profesyonel çalışmaya başladık. Semih Sakallı bana yardım etmeye başladı, kamera kullandı. Sonra odaya davet ederek konuklarla konuşmaya başladık ve YouTube sayfasına koymaya başladık. Hiç tanımadığım Demet Tezel diye bir kişiden bir mail geldi. O ve ortağı Nurdan Üçer benimle tanışmak istediler ve beraber bir şeyler yapabiliriz dediler. Sonra Medyascope fikri ortaya çıktı. 20 Ağustos’ta benim odada ilk açık Periscope oturumunu yönettim, Levent Gültekin ve Kadri Gürsel de vardı ve bu yayın acayip ilgi gördü. O gün Medyascope sayfasını da lanse ettik. Yeni yeni katılımlarla da bugüne kadar geldik.
Medyascope’un geleneksel medyadan farkı ve avantajları nelerdir?
Bir kere en büyük farkı bizim video temelli olmamız yani Medyascope’ta yazı oranı çok düşük ve büyük bir oranı çeviri. Çok az telif yazı basıyoruz. Esas olarak video yapıyoruz, tıpkı bir haber televizyonu gibi. Sadece siyaset değil bisiklet var, talkshow var, belgesel üzerine programlar var. Dünyanın her yerinde bir televizyon ne yapabilirse hepsini yapmaya çalışıyoruz, en büyük farkımız bu. Bir de en önemli farkımız, bizim içeriklerimizin hepsi orijinal. Biz başkasının ürettiği her şeyi almıyoruz. Bir tek güncel Periscope yayınlarını indirip koyuyoruz. Onun dışında başka haber sitesinin ya da televizyonun yaptığı şeyi koymuyoruz. Örneğin, Barbaros Devecioğlu haftada 2-3 kere İngiltere’den hareketle bir takım yorumlar yapıyor, video kayıt yapıyor, kendi YouTube sayfasına koyuyor ve bağlantıyı bize yolluyor. Biz o bağlantıyı sayfaya taşıyoruz. Ya da Amerika’da genç akademisyenler ‘Son İmparatorluk’ diye bir yayın kurmuşlar ve ilhamını bizden almışlar. Periscope’ta Amerikan seçimlerini tartışıyorlar. Böyle bir sistem benim bildiğim başka bir yerde yok. Türkiye’de genelde başkasının yayınlarını kullanıyorlar, televizyon kanalları kendi yayınlarını koyuyor ya da gazeteler ajanslardan aldıkları videoları kısa kısa koyuyorlar. Biz 1 saatlik açık oturumu olduğu gibi koyuyoruz ama aynı zamanda ilginç gördüğümüz şeylerden kısa kısa videolar çıkartıp onları da ekliyoruz. Yaptığımız yayınların hepsini olabildiğince hızlı sayfaya koyuyoruz.
Geleneksel medyada konuşamadığımız pek çok konu var. İfade özgürlüğü açısından dijitalin gücü nedir?
Biz özgürüz ama şunu vurgulamak lazım: Türkiye’de ve dünyada basın özgürlüğüne yönelik en büyük tehdit siyasi iktidarlardan geliyor ama sadece bunlar da değil. Şöyle düşünün, bir gazetenin satmak, bir televizyonun izlenmek ya da bir web sitesinin tıklanmak gibi dertleri var. Bir yazı geldiği zaman buna kaç kişi bakar, kaç kişi izler, reyting ölçümleri ne olur? Özgürlüğün önündeki en büyük engel bu kaygılar… Biz bunlara bakmıyoruz, olabildiğince çok kişinin izlemesini istiyoruz ama bizce makul görünen ve olması gerekir dediğimiz her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Bu çok büyük özgürlük. Bir bisiklet programını herhangi bir medya üzerinde göremezsiniz. Bisiklet programını biz burada aylardır yapıyoruz, az da olsa belli bir izleyici kitlesi var. En çok ilgiyi siyasi şeyler görüyor. Bizim şöyle bir derdimiz var; biz ana akım medya kurumu olmak istiyoruz. Kendimizi belli bir yere sınırlamak istemiyoruz. Dolayısıyla habercilik reflekslerimiz daha serinkanlı ve herkesin izleyebileceği bir medya yaratmak istiyoruz.
Bu yayınları hayata geçirmek için kaç kişilik bir ekip çalışıyor?
Şimdi şirket kurduk. Şirketin 7 ortağı var. Buraya katkıda bulunan çok insan var. Bir kısmı gazeteci, bir kısmı değil. Onun dışında bir de stüdyo ağırlığı giderek artıyor. Stüdyoya gelen yaklaşık 20 genç insan var ve başından beri söylüyoruz maddi imkan sunmadığımızı. Burada çok şeyi öğrenebiliyorlar. Gençlerin katkılarıyla bizim profesyonel deneyimlerimizin harmanlandığı bir şey oluyor. Katkıda bulunan çok sayıda insan var ama stüdyo merkezi olarak baktığımızda neredeyse 30 kişi gelip gidiyor.
İleride para kazanma gibi durumların söz konusu olacağını söylüyorsunuz. Bu tür platformların geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Çok iyi olacak. İnternetten para kazanılmıyor deniliyor. Bence bu biraz tembellikten dolayı. Bunun yolları, yöntemleri geliştirilecek, reklam gelirleri olacak, sponsorluk gelirleri olacak. Bakıyorsunuz çok sayıda haber ve tartışma kanalı var ama ortada haber ya da tartışma yok. Bunlar artık bu tür mecralarda karşılık buluyor ve buralar zamanla kendi kendilerini finanse eden yapılara dönüşecek. Biz bu işi yapacağız diye düşünüyorum. Bir şey yakaladık ve Türkiye’de internet ne kadar hızlanır ve ucuzlarsa bizim gibi kurumların şansı daha da artacak. Gençlere daha çok ulaşma imkanımız olacak. Biz acele etmiyoruz, sakin sakin gidiyoruz ve bunun istikbali olduğunu düşünüyoruz. Yoksa bırakır gideriz çünkü epey yoğun ve yorucu bir iş. Televizyon olduğu için bu bir prodüksiyon işi. Ben normalde yazan birisiyim ve hayatım boyunca kendi web sayfamda yazabilirdim. Burada bir çok kişiyle ortak iş yapıyoruz. Boşa harcanacak enerjimiz yok.
Yayınlarınız ne sıklıkla oluyor? Günlük kaç tane içerik paylaşılıyor?
Adım adım artıyor, bazı günler az, bazı günler çok. Haftanın 5 günü, hafta içi saat 8’de sabit bir yayın var. Pazartesi futbol, Salı ekonomi, Çarşamba Romina Özipekçi talkshow, Perşembe açık oturum, Cuma kültür. Bunun önünde ve arkasında da sabit programlar var ve sayıları artıyor. Özel yayınlar var, Skype üzerinden -ki bu bizi rahatlattı- İstanbul hatta Türkiye dışındaki insanlarla yayın yapabiliyoruz. Mesela bugün 1’de Zeytindalı yapıldı. 5’te ben Soner Çağatay’la Skype yayını yapacağım. Sonra 8’de Romina yayınını yapacak. Daha sonra Gürsel Akay 10’da bisiklet yayını yapacak. Günde en aşağı 4 tane yayın oluyor hafta sonu pek yok ama artırmayı düşünüyoruz.
Burada bir stüdyo görüyorum. Bu yayınları yapmak için büyük bir ekipman gerekiyor mu?
Şöyle söyleyeyim biz çok kaba tabiriyle kervanı yolda düzdük. Adım adım yaptık. Şu gördüğünüz masayı aslında felsefe mezunu, marangoz olan çok yakın bir arkadaşımız, çok ucuza yaptı. Sonra biraz paramız olunca daha profesyonel bir masa yaptırdık. Önce tek kamera çekiyorduk, kamera sayısını 3’e çıkardık, reji kurduk, ışıkların sayısını arttırdık. Yakında prompter kullanmaya başlayacağız. Böylelikle adım adım büyüyoruz.
Bu girişimle birlikte bir ödülünüz de var. Yakın zamanda aldığınız bu ödül, kim tarafından veriliyor ve tam olarak ne için aldınız?
Uluslararası Basın Enstitüsü yılda 2 ödül veriyor. Dünya çapında bir ödül bu, birisi basın özgürlüğü ödülü, bu sene İran’da ödülü alan gazeteci pasaport verilmediği için gelemedi ödülü almaya. Genellikle basın özgürlüğü mağduru olan gazetecilere veriliyor. Diğeri ise Free Media Pioneer Awards dedikleri özgür basın öncüsü denilen ödül. Biz bu ödülü aldık, basın özgürlüğüne yaratıcı bir şekilde katkıda bulunduğumuz için. Biz başvurmadık, bizim adımıza birileri başvurmuş ve gittim ödülü Katar’da aldım. İnsanlar ne yapıyorsunuz dediklerinde anlattıklarımız akıllarına yatmıyor ama mesela IPI ödülü almış birisi olduğunuz zaman bunun bir karşılığı var diyebiliyorlar.
Bir gazeteci olarak siz hangi uygulamaları kullanıyorsunuz ve hangi haber sitelerini takip ediyorsunuz?
Eşim Müge İplikçi Facebook’çudur, ben daha çok Twitter’dayım. İlk girdiğimde kısa bir süre sonra kaçtım ama sonra geri döndüm. Genellikle Twitter’da linkler üzerinden haber takip ediyorum. Çok fazla haber sitesine girmiyorum. Twitter’da çok insan takip ediyorum, farklı görüşlerde olan, yerli ve yabancı. Bazen kimsenin görmediği şeyleri de görebiliyorum. Twitter’da her şeyden haberdar olabiliyorum. Zaten Türkiye’deki konvansiyonel medya büyük ölçüde etkisini yitirdi.
Son olarak, kahvehanelerden, sosyal medyaya herkesin dilinde olan, ‘Basın artık öldü’ tartışmaları sonunda hevesleri kırılan genç gazetecilere ve gazeteci adaylarına ne gibi tavsiyeler verirsiniz?
O kadar hızlı gelişiyor ki bu iş artık işsiz kaldım gibi yakınmaların anlamı yok. Özellikle gazetecilikle ilgili, genç gazetecilerin diyecek bir lafı varsa Periscope’ta, YouTube’da canlı yayınlarda veya kendi blogunu açarak bir şeyler yapabilirler. Bir diğer şey de şu: Türkiye’de gazetecilik ve aktivizm çok iç içe geçti. Gazeteci olmak isteyen insanların bu konuda çok dikkatli olmaları lazım. Bu tabii Türkiye’de yaşanan yoğun kutuplaşmanın sonucu maalesef ama olabildiğince serinkanlı bir şekilde tarafsızlığı muhafaza etmek gerekiyor.
Not: Bu röportaj Stuff’ın Mayıs 2016 sayısında, Doğanay Konalı imzasıyla yayınlandı.