Not: Bu röportaj Stuff Kasım 2015 sayısında yayınlandı.
Geçtiğimiz Ekim ayında düzenlenen ve iletişim endüstrisini bir araya getiren Kristal Elma Festivali’nde ilgiyle karşılanan etkinliklerinden biri de, Anima İstanbul’dan Mehmet Kurtuluş ve Ayşe Ünal’ın konuk olduğu Kötü Kedi Şerafettin’in Sinema Yolculuğu başlıklı oturumdu. İkili, oturumun ardından, röportaj alanında Şerafettin’in sinema salonlarına uzanan yolculuğunu anlattı:
Mehmet Kurtuluş: Kötü Kedi Şerafettin’i filme çekmek zor bir şey çünkü fanatik takipçileri var. Onlar büyük olasılıkla 15-17 yaşlarındayken okudular ama şimdi 18 yaşından küçükler seyretmesin istiyorlar. Onun sertliğini kırmamızdan korkuyorlar. Diğer yandan, ünlü bir karakter olması yolumuzu da açıyor tabii. Eli klavye tutan ve konuyu bilse de bilmese de her şeyi eleştirmeyi seven bir kitle var. Örneğin filmin YouTube, Facebook sayfalarına yorum olarak “Garfield’ın çakması bu yaa” yazan birine bizim cevap vermemize gerek kalmıyor. Yaklaşık 30 fan onun başına üşüşüyor ve gereken cevabı veriyor. Temel istek de bunun bir çocuk filmi olmaması.
Ayşe Ünal: Büyüklere animasyon filmi yapmak biraz zor. Yurt dışı pazarlarında da mesela “Çok beğendik ama bu filmin hedef kitlesi kim? Kime satacağız bunu?” gibi sorular geliyor.
Mehmet Kurtuluş: Eskiden Şerafettin’i okuyanlar bugün 30’lu 40’lı yaşlara geldi. Onlara bir iletişim yapmamıza gerek yok, zaten filmi biliyorlar ve bekliyorlar. Bütün iletişimimizi Şerafettin’i bilmeyen ama tanısa sevecek olan yeni gençlere yönelik yapmaya çalışıyoruz. O yüzden de ağırlıklı olarak sosyal medyada bir kampanya yapıyoruz.
Ayşe Ünal: Şerafettin bizden bir karakter ama bir yandan da evrensel. Ergenlik durumu, öfkeli, muhalif bir hayat tarzı gibi noktalar dünyanın her yerinde çalışıyor.
Mehmet Kurtuluş: “Buraya ait, yerel komedi yurtdışında çalışır mı?” gibi birtakım ezberlerimiz var ama animasyonda böyle bir şeyin var olmadığını düşünüyorum. İnsanların aslında başka bir lezzet, başka bir karakter görmek istediklerini ama pek de karşılaşamadıklarını düşünüyorum. Dolayısıyla bunu iyi bir şey olarak görüyorum. Filmde şehir önemli bir rol alıyor ve İstanbul dokusu yurt dışındakilere çok başka, çok iyi geliyor. Onun da kıymeti var. Hedefimiz tabii ki bir Pixar filminin ulaştığı yere ulaşmak değil. Kült film rafında yerimizi almak istiyoruz.
Büyük bir filmseniz ve gişe yapmak istiyorsanız eylül-mayıs arası dönemde vizyona girmeniz gerekiyor ve aslında en iyi seçenek ocak-şubat ayları. Dolayısıyla biz de o dönemi seçtik, kimseden de korkmuyoruz. Boyumuzun ölçüsünü de görmek istiyoruz. Sekiz sene önce de Şerafettin’in filmini yapmaya kalkıştık, teaser’lar yayınladık ama bütçeden dolayı beceremedik. O zamanki teknik altyapı da ona müsait değildi. Sonra çok çalıştık, çok öğrendik, para biriktirdik, teknoloji geliştirdik ve tekrar yapmaya başladık. Üç senedir prodüksiyondayız.
Ayşe Ünal: 2011’de Bülent Üstün’le tekrardan senaryo üzerinde çalışmaya başladık. 2012 Mayıs’ında da önyapım başladı.
Mehmet Kurtuluş: Özgür Yılmaz’ın yazdığı Stalker diye bir yazılımımız var, işin bütününü yöneten bir yazılım bu. Render’dan modele kadar, takvimi de yönetiyor, tezgahı da yönetiyor. Film ve bu yazılım birlikte gelişiyor. Film bittiğinde aynı zamanda dünya çapında kullanılabilecek bir yazılıma da sahip olacağız. Bunun dışında pek çok da küçük kod yazıldı. Yani atıyorum, yerleri kirletmek için bir şey yazdık, hızlandırmak için bir şey yazdık, sadece göz ışıkları için yazdık. Çok çok çok kod var. Bu aslında dünyada da çok yapılan bir şey değil.
Ayşe Ünal: Büyük stüdyolar 100’ün üzerinde mühendis çalıştırır normalde, bizde öyle değil tabii. Onlara göre inanılmaz az sayıda insan, acayip bir özveriyle ve yeni yöntemler bularak çalıştı. İşin her aşamasındaki herkes yeni yöntemler bulmak zorunda kaldı. Bütün ekibimiz, büyük ihtimalle bir Amerikan filminin süpervizör ekibi kadardır. Bununla da gurur duyuyorum açıkçası. 2012’den beri yine zamanla yarışıyoruz. Durmaksızın çalışıyoruz.
Mehmet Kurtuluş: Bu süreçte saçlarım döküldü, kilo aldık. Haftada üç gün kavga ediyoruz.